1 Şubat 2014 Cumartesi

Türk Edebiyâtında Kadın Güzelliği

    Kadın güzelliği, zamana ve modaya göre değişen güzelliklerden midir? Yeryüzünün başka başka coğrafyalarında kadınlar başka başka güzeldir. Beyaz derililer için Habeş kadınını güzel bulmak mümkün, arzu etmek güç, sevmekse hayli garip bir duygu sayılır. Güney Asya iklimlerinin ay ışığı rengindeki güzelleri, Güney Amerika bölgelerinin iri dudaklı, kızıl derili dilberleri, kendi alemleri ve kendi erkekleri için güzel kadınlardır. Fakat aynı coğrafyada yaşayan, aynı ırktan insanların, asırlar geçtikçe, ev eşyasından mimari çizgilere kadar değişen zevkleri ve değişiklik arayan ruhları, kadın güzelliğinde ve kadın çizgilerinde de bir değişiklik özler mi?
    Eski çağlarda bir kısım erkeklerin iri yarı, güçlü kuvvetli kadınları beğendikleri anlaşılıyor. Romalı kumandan Antuan'ın uğrunda helak olduğu Mısır güzeli Kleopatra için ''doksan kiloluk bir kadındı'' diyenler vardır. Bu rivayete göre Antuan, saltanatlı bir hükümdarlığı ve enerjik bir hayatı böyle beyaz ve tombul bir kadın uğruna feda etmişti.
    Avrupa'da resim sanatına şaheserler hediye etmiş eski ressamların tablolarında ekseriya bir yuvarlak çizgiler saltanatı, bir iri ve tombul güzeller alemi görülür. Geçen asırlar resminde, erkekleri sert adaleli, keskin çizgili insanlar olarak göstermek; kadınları ise daha çok, yuvarlak ve bazen taşkın ve mübalağalı denilecek yuvarlak çizgilerle resmetmek, adeta klasik bir anlayıştı.
    Bizim ''Dede Korkut Hikayeleri''mizde eski Rum ve Ermeni dilberlerinden bahsedilirken:
    ''Kara gözlü, örme saçlı, elleri bileğinden kınalı, parmakları nigarlı, gerdanları katmerli kafir kızları'' denilir. Bu katmerli gerdan zevki, Yakın-Doğu'nun '' güzel '' anlayışında zamanımıza kadar yaşayan ''tombul kadın zevki''nden bir çizgidir.
    Yakın yıllara kadar tiyatro sahnelerinde, sinema perdelerinde aynı tombul güzeller rağbette idi. Bizim eski sahnemizde vazife alan Ermeni aktrisler de ekseriye böyle dilberlerdi.
    Yeni ve daha genel bir zevke göre ise, ideal kadın, şişman olmak şöyle dursun, adeta zayıf ve dal gibi ince bir şeydir. Narin bir vücut, kesin ve manalı yüz çizgileri, son yılların kadın güzelliğinde, yumuşak ve yuvarlak çizgilerden daha çok, daha ısrarla aranan özelliklerdir.
    Güzelliği, kadınların maddi hele manevi inceliklerinde bulmak anlayışı ise şark dünyasında esasen mevcut bir anlayıştı. Divan şairlerinin boylarını servi fidanına, yahut fıskiyeden yükselen su sütunlarına benzettikleri güzeller hep ince endamlı, bilhassa ince belli sevgililerdi. Bu güzellerin gözleri ve bakışları üzerinde ısrarla durulur; onların, uzun kirpiklerle süslenen derin gözleri, süzgün ve yan bakışları bir türlü unutulamazdı. Fuzuli'nin:

       Şehbaz bakışlu ahu gözlü
       Şirin hareketlü şehd sözlü
       Rah u revişi müdam gamze
       Baştan ayağa temam gamze


    ''İri doğan kuşu bakışlı, ceylan gözlü, şirin hareketli, tatlı sözlü; gidişi yürüyüşü sonsuz bir yan bakıştan, baştan ayağa gamzeden ibaret'' diye tasvir ettiği Leyla, eşi ancak ceylanlarda rastlanan bu derin göz güzelliğinin eşsiz numunesiydi. Hele sevilen güzelde başkalarına benzemeyen bir değişiklik aramak, onları bu değişik güzellikleriyle beğenip sevmek zevki yine Fuzuli'nin:
       Ayrukça şekl ü hoşça peyker
       Yahşice sanem güzelce dilber

mısralarında dikkate değer bir güzellik anlayışıyle ifade edilmişti. Öyle anlaşılıyor ki, bu güzeller, bakışlarındaki hakim ve gönül yaralayıcı tesirle, erkeğe maddeden çok manalarıyla nüfuz eden, duygulu, anlayışlı, bilgili fakat elde edilmesi güç varlıklariyle cazip ve önemli idiler.

    Ancak Divan şiirinin ''güzel'' anlayışı, zaman zaman kadınla erkeği birbirine karıştıran, yani hem kadına, hem erkeğe aid birleşik güzellikleri, bir tek ''güzel'' tasvirinde birleştiren bir istikamet almıştı. Böyle güzelleri ekseriya üstatların divanlarındaki klasik teşbihler, istiareler ve diğer sanatlı ifadelerle tasvir eden Divan şairlerinin bizzat sevdikleri insanları, bu tasvirlerle canlandırmak mümkün değildir. Şairlerin kendi öz sevgililerini, bu sevgililerdeki orijinal ve ''ayrukça'' güzellikleri, gözümüzün önünde kendi şahsi çizgileriyle görebilmek zevkinden, bu sebeple, mahrumuz.
    Onlar ekseriya siyah, bazen ela gözlüdürler. Halk şairlerinin doğrudan doğruya ela ve ala kelimeleriyle sıfatlandırdıkları bu gözlere Divan şairleri ''şehla'' demişlerdir. Şehla gözde hafif bir şaşılığın güzelliği de vardır. Saçları ekseriya siyah ve bellerine, topuklarına kadar uzundur. Bu saçların örülmüşleri, büklüm büklüm olanları yanında dağınık ve perişan güzellikleri de şairleri hayli üzmüş, onlara dış görünüşleri sağlam, fakat iç alemleri perişan mısralar söyletmiştir. Sonra küçük ağızlar, la'l gibi kırmızı dudaklar, ay gibi ışıklı bir yüz ve yine renkli yanaklar, ince ve uygun bir endam, salınarak yürüyüşler...
    XIV. asır, halk hikayeciliğimizin şaheseri olan Dede Korkut Kitabı'nda bir Türk beyi, kendi karısını överken:

       Evden çıkıp yürüyüşünde selvi boylum
       Topuğuna sarmaşanda kara saçlım
       Kurulu yaya benzer çatma kaşlım
       Çifte bâdem sığmıyan dar ağızlım
       Güz elmasına benzer al yanaklım


gibi mısralar söyler... Bu sade ve samimi mısralarda Divan şiirinin ''güzel'' anlayışından farklı bir taraf yoktur. Bir başka Türk beyinin sevgilisini överken kullandığı şu tabirler de yukarıdaki mısralardan farklı değildir.

       Pırıl pırıl pırıldayan ince giyimlim
       Kar üstüne kan damlamış gibi kızıl yanaklım
       Çifte badem sığmayan dar ağızlım
       Kalemciler çaldığı kara kaşlım
       Kurum gibi siyah, kırk tutam kara saçlım

    Dede Korkut hikayelerinin Türk kadınlarında özellikle aradığı bir meziyet de, onların erkekler gibi ata binen, silah kullanan hatta savaşabilen, canlı, hareketli kadınlar olmalarıdır. Hikaye kahramanları, Oğuz boyları içinde böyle kadınların iyisini bulabilmek için ne güçlüklere katlanmazlar.
    Ancak bütün bu güzel kadınların daha çok ''ince'' varlıklar olduğu, Divan şiirinin de, Dede Korkut hikayelerinin de birliştikleri noktadır. Dede Korkut hikayelerinde ''bey''ler, nasıl yanlarında, ''kırk eş, kırk yoldaş'' velhasıl kırk kahraman bulundururlarsa; han kızı, hülümdar kadını olan kadın kahramanlar da daima yanlarında ''kırk ince kız'' yahud ''kırk ince belli kız'' bulundururlardı.
    Bu servi fidanı boylar, bu kıl gibi ince beller, bu iç ürpertici ve ok gibi yaralayıcı ince bakışlar, devamlı olarak şark erkeklerinin sevdikleri güzelde -bugün olduğu gibi- bir incelik aradıklarının açık delilleridir.
    Fakat bu incelik, mutlaka bir ''ince vücut'' manasında ve yalnız maddi bir ifade midir? Öyle sanıyorum ki, şark erkekleri, vücut mimarisi her ne olursa olsun, şarkın bütün güzel kadınlarında daha çok ruh güzelliği, erkeği iç alemiyle tatmin eden bir anlayış, bir duygulu ve vefalı kadınlık aramışlardır. Bu bakımdan ''yeryüzünde çirkin kadın yoktur.'' diyen vecizeyi, zamanla haklı çıkaracak sebepler çoktur. Çünkü zeka, kültür ve ruh güzelliği en çirkin sanılan insanları bile zamanla ve kendi yapıları içinde güzel yapabilecek sihirli bir kudrete sahiptir. Bu günkü sanat, hele sinema dünyasının, aslında hiç de güzel sayılmayacak birçok ''değişik'' kadın tiplerini türlü inceliklerle güzelleştirerek topluluğun gözüne ve gönlüne ''yeni bir güzellik modeli'' diye sunmasındaki anlayış da galiba böyle bir anlayıştır.


Nihad Sami Banarlı, Edebiyat Sohbetleri, Hürriyet Gazetesi, 27 Aralık 1950, Türk Edebiyatında Kadın Güzelliği.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder