Misafirimiz, kızını da beraber getirmişti. Genç kız, üniversiteye atacağı adımdan söz ederken, arkeolojiyi seçmek istediğini anlatmıştı.
Kızcağızın bu hevesine karşı çıkacak herhangi önleyici bir söz söylemedimse de, şaşmaktan da kendimi alamadım. Asırlara mâlolmuş bu toprakların eski sakinleri tarafından kullanılmış ev eşyaları, çanak çömlek ve ilkel sanat eserleri artıklarını bulmak için zavallı Anadolu toprakları delik deşik edilmektedir.
Bütün bu yorucu ameliyeden Türkiye'nin kazancı ne ola ki? Üç-beş sivri akıllı turistin gelerek üç-beş kuruş bırakması için mi?
Aslına bakılacak olursa, batı, Türk topraklarında Selçuklu ve Osmanlı eserlerinden çok, târihin mezarına gömülmüş olan milletlerinin izlerinin meydana çıkmasını tercih etmektedir. Gelsinler. Ama gelip geçmiş asırların köhne izlerini görmek için değil, Türk'ün dünyaca hayran olunan Selçuklu ve Osmanlı armağanlarını görmek için gelsinler. Fakat biz hâlâ aklımızı başımıza alarak, zamanın tahribatına terk ettiğimiz o müstesna Türk eserlerini teşhir edecek itinayı gösterememekteyiz.
Maalesef, toplum bilinci de devlete yardım etmektedir. Meselâ Kayseri'nin Çifte Medrese'nin kapısını taşlayarak kırmaya uğraşan çocukları görmezlikten gelen Kayserili ne büyük günah işlediğinin farkında olmuş bulunsaydı, çocuk bu cinayeti, babasından duydukları ile zâten işlemezdi.
Hele Konya'daki o eşi olmayan harikulade Selçuklu Karatay ve İnce Minareli Medrese binalarının, üstüne titrenecek o muhteşem eserlerin tahribi hakkında halkın asla titiz olamadıkları da gene, maşeri anlayışın zaafından başka neye atfedilebilir?
Almanya'dan gelen bir heyet, Karatay ve İnce Minareli Medreseleri'ni gördükten sonra hayranlıklarını açıklayarak:''İşte bunlar gençlere okumak şevki verecek örnek mekânlar!'' demişlerdi. Konyalılara gelince bunların her biri birer harabe, terk edilmiş, köhne bir binadan öte ne gibi bir değer taşımaktadır?
Bizim, parasız misafir kabul eden hanlarımız, kervansaraylarımız ve hatta darüşşifalarımızla acaba batının menfaate dayanan anlayışı arasında bir benzerlik bulmak kabil midir?
Şöyle samimiyetle düşündüm ve asla arkeolog olamayacağımı anladım. Belki de bunu, kendi eserlerimize gösterilen alakasızlığın verdiği öfke ile düşünmekteyim. Evet, bize ne Bizans artıkları, ne Roma döküntüleri ne de bu topraklarda gelip geçmiş eski devirlerin kalıntıları lâzım... Zîra hiçbiri değil, bin senedir Türk vatanı olan vatana, ancak kendi eserleri gerek..
Durup dururken başımıza bir Efes efsanesi çıkaranlar, bu memlekete hayır mı getirdiler, şer mi, diyecek olsak, şüphe yok ki zararı, fayda ümidinden katbekat çoktur. Öyle ki, hâlâ Bizans'ı diriltmek sevdasında olan batının ekmeğine yağ süren ve buna da ilim sıfatını vermeye çalışan ahmaklar, Türk eserlerini çiğneyerek geçerlerken asırlar evvelinden kalmış tortu ve kalıntı ne varsa, zaman ve enerji kaybederek, onları su üstüne çıkarmak gayreti içinde ter dökmektedir.
Heyhat!.. yazık bize, bizim boşa harcadığımız günlerimize, gecelerimize...
Sâmiha Ayverdi, Arkamızdan Dönen Dolaplar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder