8 Şubat 2014 Cumartesi

Hâtıra Güzelliği

     Hatırlamak, acı veya tatlı, hatırlanmaya değer bir maziye sahip olmaktır. Öteden beri, dünya ölçüsünde tanınmış büyük şair ve mütefekkirlerin hatıra güzelliğine ayrı değer verdikleri görülür. Anlaşılır ki, insanların en asil duygularla yaşayanları, hatıralarını sevenlerdir. Hatta onlar, kendi ömürlerinin acı hatıralarını bile zamanla yumuşatır, buruk lezzet haline koyarlar.
     Hatıralarına değer veren asil ruhlardan derlenmiş milletler de milli mazilerine, şahsi hatıraları gibi, hatta daha üstün bir sevgiyle bağlanırlar. Büyük milletler bunun için büyük mazisi, büyük tecrübesi yani derin hatırası olan milletlerdir.
     Hatıra güzelliği, vefalı insan gönüllerinde duyulur; böyle asil gönülleri süsler.

       Kâmildir o insan ki yaşar hatıralarla

     diyen şair, insanların hatırlama kabiliyetinde olanlarını bunun için en olgun insan addeder. Büyük milletler, bunun için kendilerine zafer sahifeleri açıp aziz ülkeler kazandıran cihangirlerini unutmazlar. Büyük ruhlar, onların hatıralarına, onların ailelerine derin saygı gösterenlerdir.
     Mesela büyük ruhlu Türkler, Fatih'e ve onun çocuklarına gönüllerinde derin sevgi duyabilenlerdir; onların yaptıklarıyla iftihar edenlerdir. Yunus Emre'yi, Mimar Sinan'ı Fuzuli'yi, Sokullu'yu, Namık Kemal'i ve benzerlerini unutmamak ve bu Türk büyüklerinin şahsiyet ve hizmetlerine derin saygı, derin şükran duyguları beslemek bir fazilettir.
     Siz, gönüllerinde böyle mazilere sevgi bulundurmayan insanlardan korkunuz ve kaçınız.

     İnsanların en bozuk mayalı olanları ve en korkunçları onlardır, unutanlardır, hatırlamayanlar, mazilerinde hatırlanacak güzelliklerden, büyüklüklerden habersiz yaşayanlardır.
     Ağaçların, toprakların bile hafızası ve güzel hatıraları vardır. Tabiatta her yeni bahar, eski baharların bir güzel hatırası halinde doğarken unutmak, unutabilmek, hem maziden hem de bütün yeni bahar hamlelerinden ebediyyen mahrum olmaktır.

     Homeros, eski Yunanlıların büyük mazisini, derin ve vefalı bir sevgiyle hatırladığı, öylesine yaşayıp, tekrar yaşattığı için ''Eski Yunan'' adına milletlerarası bir asalet kazandırdı. Bugün hâlâ Yunan topraklarında yaşayan kavim, varlılığını o topraklara bırakılmış eski hatıralara borçludur.
     Firdevsi, hem de bir Türk hakimiyeti altında yaşayan İran'da, bu kavmin destanını hatırlayınca, ''Otuz yıl, çok eziyet çektim ama Acem milletini ve onun lisanını dirilttim.'' demeye hak kazandı. On sekizinci asır sonlarında başlayan ''Alman mucizesi'' bütün büyük hamlelerine, bu milletin kendi asil mazisini hatırlamasıyla başlamıştır.
     İnsan gönüllerinde sevme kabiliyeti, daha önce sevilmiş güzellerin ve güzelliklerin hatıralarıyle beslenir. Küçükken, kedisini, bebeğini, çiçeklerini ve annesini seven çocuk, büyüdükçe böyle sevmeyi fazilet haline koymuş bir gönül kazanır. Kader, insan gönlünde bazı eski sevgileri bir güzel hatıra haline koymuşsa, bu, aynı gönüllerde daha büyük ''yeni sevgiler''e asil bir hacle[gelin odası] hazırlamak içindir.
     Eski İslam sofileri, bütün dünya sevgilerini ve dünyada sevilen bütün unutulmaz sevgilileri, aşkın en büyüğü olan ''Tanrı aşkı'' için bir ''başlangıç'', bir  ''hazırlık'' sayarlardı.

     Bununla beraber, yeryüzüne ''Mevla''sını ''Leyla''sında bulmaya muvaffak olmuş ''Mecnun''lar da gelmiştir. Büyük bir insan gönlüne, kendisini, bir an unutturmayacak kadar derin sevgi veren Leyla'lara ne mutlu!..

     Şiir kültürünün şiiri anlama ve duyma yolundaki mühim yardımını bir defa da ''Hatırlatan'' şiirinin intişarında hissettim: ''Hicran, gün ortasında öten bir horoz gibi/ Seslendi pek vakitsiz..'' söyleyişinde gönüllerdeki hatıraları bile, uğursuz dünya inanışlarından kıskanan bir gönül seslenir. Bunu anlamak ve duymak için, gün ortasında vakitsiz öten horozun insan içinde uyandırdığı vehimli ürperişi bilmek, duymak, duymuş olmak lazımdır. Öylelerini gördüm ki bu mısraların bütün şîriyetini hazırlayan horoz sesini ilk anda yadırgadılar. Alışmaları ve sevmeleri için öğrenmeleri lazım geldi.

     Bana bu satırları hep ''Hatırlatan'' şiiri söyletiyor. Bu şiir:

       Mâzi yosunla örtülü bir göl ki yok dibi,
       Mevsim serin ve bahçede yaprak yığın yığın.

gibi, insanı mutlaka ''duymaya'' sevkeden, mızrap gibi birkaç fırça darbesinden sonra:

       Hicran, gün ortasında neden böyle seslenir,
       Birden hatırlatır unutan kalbe sevgiyi?
       Keskin bir özleyişle hayâl ettiren nedir,
       Bir devre varsa insanın ömründe en iyi?

mısralarıyla duygulanır. İlk anda aşkın güzel hatırasını yeniden duymakla muztarip görünen bu sitem dolu mısraların ruhunda, söylediklerinin hemen tamamıyla zıddına olarak, onları, ''hatırlama''nın o buruk saadeti gizlidir. Bunu:

       Ey sevgi anladım bu uzaktan sadâ ile,
       Ömrün yegâne lezzetidir hâtıran bile

mısralarının derin lirizminden anlarız.

     Bu konuşmamı, ''Hatırlatan''ın hatırlattığı şu büyük şiirle bitireceğim:

       Kâmildir o insan ki yaşar hâtıralarla;
       Bir başka kerem beklemez artık gelecekten;
       Her an doludur gözleri cânan ve baharla;
       Kâm aldı bilir kendini, ömründe, felekten.

       Bir kerre sevip vuslata erdiyse cihanda,
       Ömrün rüyâsına dalsın, uyusun rûh.
       Bin zevk aramak kaydına düşmekle zamanda,
       Her gün yorulup, nâfile, bin yıl yaşamış Nûh.

     Şimdi düşünüyorum: Yeryüzünde olgun ve vefâlı gönüller tarafından sevilmenin ve hatırlanmanın lezzet ve kıymetini idrâk etmiş kaç bahtiyar vardır? Hele kaç bahtiyar millet vardır ki aziz mâzisini büyük hâtıra yazarlarının kaleminde her an dipdiri bulmak saâdetine ermiştir.


Posted via Blogaway

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder