30 Ocak 2014 Perşembe

Kıskanmaya Dâir

    Kıskançlık, insan duygularının asillerindendir. Fakat kıskançlıkla aşağılık duygusunu karıştırmamalı. Bizden ileri olanları, sevilen, eser bırakan, iş gören, yaratan, bilen ve hizmet edenleri kıskanmak güzel değildir. Bu yüzden kahırlanmak değil, onlar gibi olmaya çalışmak doğrudur. Öylelerini sevmek, beğenmek, takdir etmek fazîletinde olmalıyız.
    Ustaların en iyileri çıraklarının, hocaların en yüceleri talebesinin kendisini geride bıraktığını görebilenlerdir. Türkiye'de böyle bir saâdet çok az ustaya, hele çok az hocaya nasib oluyor.
    Yurda, millete hizmet yolunda kimse Fâtih'i, kimse Nâmık Kemal'i kıskanmamalı, onları gölgelemeye yeltenmemelidir. Fâtih'ler, Sinan'lar, yetiştirmiş bir millet olmanın hazzını, gurûrunu duymalıyız.
    Eski Türk büyüklerinde, daha eski dünya büyüklerine karşı dikkate değer bir saygı ve anlayış görülür. Meselâ Osmanlı cihangirleri, şâirlerinin, eski Îran an'anesine uyarak, kendilerini târihin hatta efsânelerin kahramanları arasında görüp, onlara benzetmelerinden hoşlanırlardı. Osmanlı cihangirleri elbette İskender'lerden, Dârâ'lardan daha tesirli işler görmüş, daha yüce eserler bırakmışlardı. Nâmık Kemal, bir Fransız mütefekkirinin, Fâtih'le İskender'i mukayese ederek, Fâtih'in zaferlerini, hiçbir usta ve zorlu düşmanla karşılaşmamış olan, İskender'in zaferlerinden daha üstün bulduğuna dikkat eder. Gerçekten Fâtih, eşsiz zaferlerine ulaşmak için ne Kayser'ler, ne İskender'ler yenmişti. Daha İstanbul'u almadan önce:
    ''İktidârımın eriştiği mertebeye ecdâdımın emelleri bile vâsıl olamamıştı.'' diyen genç Fâtih, şâirlerinin, kendisini eski cihangirlere benzetmelerine kızmamış, böyle teşbihleri, şüphesiz anlayışla karşılamıştı.
    Tây isimi eski Arap kabilesinin reisi Hâtem, ne kadar zengin, ne kadar cömerd olursa olsun, sonunda bir kabile reisidir. Eski Îran hükümdârı Cem, şarabı ve şarap meclislerini îcat ederek güzel, zengin, zevkli, renkli ve muhteşem âlemler yaparmış. Ben, Cem'in devrini, çevresini ve imkânlarını düşünerek, diyebilirim ki, onun bütün haşmeti hatta bir Dördüncü Murad'ın debdebesi yanında hayli sönük ve iptidai olmak gerekir. Bu böyle olduğu halde şâir Nef'i, o mağrur hükümdârı ''Cem Meclisli'', '' Hâtem gibi cömert'' sözleriyle metheder ve hükümdârından iltifat görürdü.
    Çünkü büyüklük Cem'in imkânlarında değil, hâtırasında; Hâtem'in servetinde değil, fazîletindedir. Güzel hâtıra bırakmış, fazîletli insanlara, onları geçtiğimizi sandığımız zamanlarda bile, benzemekten ne diye gocunalım?
    Fakat kıskanmanın en güzeli vatanı düşmanlardan, hele sevilen kadını başkalarından kıskanmaktır. İnsanın içini ıztırapların en öldürücüsü ile, duyguların en dayanılmazıyla ve bu arada gayretlerin en fedâkar ve mûcize yaratan hamleleriyle dolduran bu ruh hâlinin ıztırâbında büyük lezzet, duyuluşunda derin asâlet vardır.
    Türk halk şâirleri, şüphesiz bu yüzden, kıskanma temi üzerinde çok ince şiirler söylemişlerdir. Gurbet ve kıskanma duyguları, şâirlerimizin temiz gönüllerini aşk duyguları kadar sık, çoşkun ve derinden okşamıştır. Bu duygu, Karacaoğlan'ın bir şiirinde:
         
             Gündüz hayâllerim, gece düşlerim
             Uyandıkça ağlamaya başlarım
             Sevdiğim, üstünde uçan kuşların
             Tutup kanatların kırmaya geldim

mısrâlarıyla terennüm edilmiştir. Sevilen güzeli uçan kuşlardan bile kıskanmak, yalnız kıskanmanın değil, sevmenin, benimsemenin de şiddetini, derinliğini ifâde eder. Âşık Ömer de bir şiirinde:
           
             Gel ey dilber kan eyleme
             Seni kandan sakınırım
             Doğan aydan, esen yelden
             Seni günden sakınırım
         
             Tabîbim hışm ile bakma
             Ben kulun odlara yakma
             Yanağına güller takma
             Seni gülden sakınırım

             Halden bilür haldaşım var
             Yoldan bilür yoldaşım var
             Bir küçücük kardaşım var
             Seni ondan sakınırım

            Der ki Ömer işte geldim
            Tâzelendi eski derdim
            Sen bir kuzu ben bir kurdum
            Seni benden sakınırım

söyleyişiyle, sevgiliyi her şeylerden kıskanmanın ince duygularını terennüm eder. Bununla berâber en büyük sevgiler, nasıl söylenilmeyenlerse, kıskanmanın da müthişi kolayca açığa vurulamayandır. Kadın gurûru gibi erkek gurûru da en çok bu duyguyu söylemekten çekinir.
    Duygu, öylesine tahammülden uzaktır ki, söylenirse, zâlim sevgili bu zaafı yakalar, kıskanmanın ıztırâbını arttıracak hareketler yapar, korkusu da müthiş zehirin dışa değil, içe dökülmesini sağlar.
    Olgun insanlarda kıskanmak böyle damla damla içilen acı zehirdir. Basit kimseler ise kıskanmanın ne zevkine, ne acısına dayanamadıkları için hemen katil olurlar. Gazetelerde her gün okuduğumuz aşk facialarının çoğu, aşkın değil, kıskanmanın ıztırabına dayanamayanların mâcerâsıdır. Hele şark erkeği, sevdiği, benimsediği kadının bütün varlığı bütün beyazlığıyla yalnız kendinin olmasını ister. Onu, vatan gibi başkalarına vermemek için çok kolay ölür.
    J. J. Rousseau, âdeta çocuk denecek yaşta sevdiği bir kız için: ''Eğer onun bana karşı davranışlarını bir başkasına da yapabileceğini sâdece hayâlimden geçirsem, bir Türk gibi, azgın bir deli gibi, bir kaplan gibi kıskanç olurdum.'' der.
    Bu, bir hakaret değil; milletimize mahsus derin ve asil bir hamiyet, bir kıskanma duygusunun şöhretini ifâde eder. Esâsen kıskanmanın asil duygu oluşu, Türk'ün fazîletleri arasında bulunmasından anlaşılır.
    Şâir Nedim, bütün şuhluğuna, bütün aldırmaz gibi görünmesine rağmen, derinden kıskanmış, bu duygunun zehirini:
           
                          Ben kimseye açılmaz idim dâmenin olsam
                          Kim görür idî sineni pîrâhenin olsam

sözleriyle ifâde etmekten kendini alamamıştır.
   
      Açılmayan etek, görülmeyen sîne... Bu, zamânımızın bilhassa yaz aylarında artık acayip bir şeydir.





Nihad Sami Banarlı, Îman ve Yaşama Üslûbu, Kıskanmaya Dair.

27 Ocak 2014 Pazartesi

Ümit Yaşar Oğuzcan'ın Hayâtı

   Önce şunu belirtmek yerinde olur '' benim hayatım '' roman değildir. Baştan başa şiirdir benim hayatım, şiirdir ve aşktır.
   Köhne dünyâyı 1926 yılında şereflendirdim. Daha doğrusu çilem 1926 yılında Tarsus'ta başladı. Babamın adı Lütfî, anamınki Güzide.
   İlk çocukluk yıllarımdan bu yana çeşitli kazalar, hastalıklar, ameliyatlar geçirdim. Üç yaşımda bacağım kırıldı, dört yaşında mangala oturdum, beş yaşımda 20 basamak taş merdivenden düştüm, yedi yaşımda başıma sandık kapağı düştü, bu arada fazla ateşli olarak geçirdiğim kızamık sonucu kekeme kaldım ( o günden beri ateşliyimdir.), 14 yaşımda apandist, 19 yaşımda böbrek (tek böbrekliyim), 30 yaşımda bademcik ameliyatları geçirdim. 22 yaşımda evlendim. Düşme, boğulma, otomobil kazası nevinden geçirdiğim ufak tefek tehlikelerden sonra 3 kere de canımdan bezdim. İntihara teşebbüs ettiğimi sanırım ki aranızda bilmeyen yoktur. Bunların sebebi sizi, bu husustaki merakınız da beni alakadar etmez tabiî.
    Geçirdiğim kazaları sayarken 22 yaşımda evlendiğimi de söylemiştim. Eşimin adı Özhan. Vedat ve Lütfi adlarında iki oğlum var. Yaşları 18 ve 15.
    Babamın memuriyeti dolayısıyla çeşitli illerde, çeşitli okullarda okudum. 1946 yılında Eskişehir Ticaret Lisesi'ni bitirdim. Aynı yıl Ankara'da Osmanlı Bankası'na girdim. Bir yılı doldurmadan ayrıldım. Adana'da İş Bankası'na girdim. İş Bankası'ndaki memurluğum 14 yılı buldu. Adana, Turgutlu, Niğde ve Ankara'da çeşitli görevlerde çalıştım. Neşriyat Müdür Muavini iken 1961 yılı başında İş Bankası'ndan ve Ankara'dan ayrıldım. ( Sonradan İş Bankası'nın Fatih ve Beyazıt şubelerine iki defa tayin edildiysem de verilen görevleri beğenmediğim için istifa ettim.) 6 ay kadar Yapı ve Kredi Bankası'nda çalıştıktan sonra adımı taşıyan bir yayınevi kurdum. 2 3 yıl yalnız kalemimle geçindim. Sonra işlerim bozuldu, uzun bir süre işsiz kaldım, hayli sıkıntı çektim. Bu arada Akbank'ın İzmir şubesine tayinim çıktı. Canım İstanbul'dan ayrılamadım. Bir yıl kadar da bir reklam şirketinde Muhasebe Müdürlüğü yaptım. Bir buçuk yıldır Akbank Umum Müdürlüğü'nde Krediler İkinci Müdürü olarak çalışıyorum. Hayatımdaki istifaların yekûnu 9'dur. Çok güzel istifa ve aşk mektupları yazdığımı hiçbir tevazuya kapılmadan söylemeliyim.
    İlk şiir denemelerime 10-11 yaşlarında başladım. O zamanki çocuksu denemelerim Eskişehir İnkılap İlkokulu'nun Yankı adındaki duvar gazetesinde çıkmıştı.
    Basında ilk şiirlerim 1940-1941 yılları arasında Faruk Şükrü Yersel'in teşvikiyle Eskişehir'de Kocatepe ve Sakarya gazetelerinde çıktı. O günden bu yana geçen 25 yıl içinde çeşitli dergi ve gazetelerde yazdım. Eserlerim bölümünde anlatacağım kitaplarım yayımlandı. Çeşitli antolojilerde şiirlerim çıktı, 5 şiir plağı doldurdum. Şiirlerimin bazıları Fransızca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Lehçe, Rumca ve Arapçaya çevrildi.
    Hiciv şiirlerimi 2 yıla yakın bir süredir Cumhuriyet gazetesinde yayımlıyorum.
    On yıl kadar önce bir şiir kitabımın arka kapağında hayatımı anlatırken ''Hayatımdan şairliğimi alıp çıkarsanız geriye önemli bir şey kalmaz. Öylesine tutkunum şiire.'' demiştim. Bu sözüm doğruluğunu ve tazeliğini hâlâ muhafaza ediyor.
    Bugüne kadar kesin olarak kaç bin şiir yazdığımı bilmiyorum. Fakat verimli bir şair olduğum hakkındaki yaygın bir kanıya da katılmıyorum. Duyduklarım ve yazmak istediklerimin pek azını yazabilmişimdir.
    Şiirin en güç sanat dalı olduğuna inanıyorum ve bence şiir duygu ve düşüncelerin, kelimelerle en yoğun, en mükemmel şekilde ifadesidir. Kelimeler mısraları, mısralar da şiiri meydana getirir. Ben mısralar kurarken anlam kadar, ahenge de önem veririm.
   Hayatım ve sanatım hakkında söyleyeceklerim bu kadar... Söyleyemediklerim şiirimde var. Hayatımı şiirlerime koymuş bir şairim ben. Ve şiirim hayatımdır.
         
                                                                                                       

 

                                                                                       
İstanbul, 18 Aralık, 1966
Ümit Yaşar Oğuzcan- ANILAR-DÜŞÜNCELER







Posted via Blogaway

26 Ocak 2014 Pazar

BİZİM TÜRKÜMÜZ- YAVUZ BÜLENT BAKİLER


Ben Altay dağlarından koparak geldim
Yüreğimde Türkistan'dan binbir nakış var.
Çok şükür aslım da neslim de belli.
Türküm müslümanım o dağlar kadar.

Dokuz tuğ taşıdım ben, dokuz davula vurdum.
Dokuz evliya gücüyle yürüdüm geldim.
Büyüdü benimle mübarek yurdum.
Ebed-müddet bu devleti ben kurdum.

Nevruz toylarımızda ateşler tutuşturdum.
Orhun'dan, Seyhun'dan, Ceyhun'dan geçtim.
Yol gösterdi kükreyerek bana Bozkurt'um.
Atımla hep yanyana gözelerden su içtim.
Baykal'da da çimdimben, Hazar Denizi'nde de
Toprağıma bağdaş kurup oturdum.

Ben ki Alper Tunga'ya gönül verenlerdenim.
Yurt uğruna dolu dizgin göğüs gerenlerdenim.
Sonra durgun sulara Bismillahlarla.
Kilim seccadesini serenlerdenim.
Yani hem Alplerdenim, hem Alperenlerdenim.

Ben Türkmen'im, Özbek'im, Kazak'ım, Kırgız'ım ben.
Azerbaycan Türkleriyle aynı kandanım.
Kıpçakları, Uygurları aşkla duyanlardanım
Ben ki Tatarlardan, Gagavuzlardan
Çuvaşlardan, Bozkurtlardan, Oğuazlardanım.

Kalem de tuttum çok şükür, kılıç da, gül de.
Güvercin bakışlı sıcak türküler de söyledim.
Anlayan anladı kim olduğumu.
Aman dileyeni sevdim, öfkemi yendim.
Övdü büyük peygamber İstanbul Başbuğumu
Kur'an'la da müjdelendim.

Sevsem gözbebeğim olur ne varsa
Öfkelensem öfkem dağları ezer.
Dilim bazan sularım çağlamasına
Bazan da bülbüllerin şakımasına benzer.

İşte bilge Tomyukuk, Kültikin, Bilge Kağan
Hepsi birbirinden daha mübarek
Süzme asaletimin nurdan kefili
İşte Dede Korkut, kaftanı ipek
Soyumun-sopumun bin yıllık dili

Ve Yusuf Hashacib, Mahdum Kulu, Fuzuli
Hepsi de peygamber soyunca asil
Sonra Kaşgarlı Mahmut; gönlüme düşen çemre
Ali Şir Nevai, Gaspıralı İsmail
Şiiri bir bakraç süt gibi Yunus Emre.

Cengiz Aytmatov ki, Cengiz Dağcı ki
Ayın ondördündenden sağılan huzur
Sabir Rüstemhanlı... ruh kadar eski
Ve daha binlerce nur üstüne nur.

Servetim Buhari'nin, Yusuf Hamedanî'nin
Ahmet Yesevî'nin nur servetinden
Güzelliğim, merhametim, şefkatim
Hep Şah-ı Nakşibent hazretlerinden.

Hunlardan, Göktürklerden alıp getirdim.
İpek ipliğimi altın tığımı
Mintanıma minyatürler işledim durdum
Selçuklu çinisine gönül mührümü vurdum.
Osmanlı ebrusuyla süsledim yastığımı
Mustafa Kemâllerle yeni baştan doğruldum.
Kim demiş 75 yaşıma bastığımı.
Yavuz Bülent Bakiler